Skip to content Skip to sidebar Skip to footer

Kaybolan Bağlar: Depresyonun Gerçek Nedenleri

Kaybolan Bağlar: Depresyonun Gerçek Nedenleri ve Beklenmedik Çözümler

Çağımızın en yaygın ve en acı verici sorunlarından biri olan depresyon ve anksiyete, çoğunlukla bireysel bir başarısızlık veya zayıflık olarak algılanır. Oysa Johann Hari’nin “Kaybolan Bağlar” adlı oldukça ses getiren kitabı, bu köklü inanışa karşı çıkarak, bu çoğu insanı etkileyen sorunun ardında yatan sebepleri inceliyor. Yazarın kendi depresyon deneyiminden yola çıkarak kaleme aldığı bu kitap, bireyleri, yaşadıkları acının sadece kendilerine özgü olmadığını fark etmeleri ve birlikte hareket ederek toplumsal değişim yaratmaları için cesaretlendiriyor.

Kitap, depresyon ve anksiyetenin sadece beyindeki kimyasal dengesizliklerden kaynaklandığına dair yaygın kabul görmüş düşünceyi reddediyor. Biyolojik faktörlerin depresyon üzerinde bir rolü olabileceğini kabul etmekle birlikte, bu ilişkinin genellikle sosyal ve psikolojik kopukluklar tarafından tetiklendiğini ileri sürüyor. Yazar, ruh sağlığını anlama ve ele alma konusunda biyo-psiko-sosyal yaklaşımın önemini vurgulayarak, biyolojik, psikolojik ve sosyal faktörlerin etkileşimini göz önünde bulundurmamız gerektiğini belirtiyor. Hari, depresyon ve anksiyetenin dokuz temel nedenini tanımlıyor ve bu nedenlerin tümünün, insanın özünde var olan bağ kurma ihtiyacının karşılanmamasından kaynaklandığını öne sürüyor.

Anlamlı İşten Kopuş:

Anlamlı bir işin yokluğu, bireyleri birer makine parçası gibi hissettirerek, iş hayatını tatmin edici bir deneyim olmaktan çıkarıp stres ve memnuniyetsizliğe dönüştürüyor. Yazar, işyerlerindeki özerklik, amaç ve takdir eksikliğinin depresyon ve anksiyete duygularına neden olduğunu vurguluyor. Monoton ve gelişim fırsatı sunmayan bir boyacı dükkanında çalışan bir işçinin hikayesi üzerinden, bireylerin kendilerini bir makinenin anlamsız bir parçası gibi hissettiklerinde, işlerinin stres ve memnuniyetsizliğe yol açtığını savunuyor. Yazar ayrıca, insanların %87’sinin işleriyle hiçbir bağ hissetmediğini ya da aktif olarak kopma yaşadığını ortaya koyan bir Gallup anketine atıfta bulunarak, bu kopukluğun yaygınlığına dikkat çekiyor. Michael Marmot’un İngiliz memurları üzerine yaptığı, düşük iş kontrolü ile depresyon ve kalp krizi oranları arasındaki bağlantıyı gösteren araştırmaya atıf yaparak bu savı destekliyor. Çalışmada, işlerinde daha az kontrole sahip olanların, daha fazla depresyon ve hatta kalp krizi geçirme riski taşıdıkları ortaya konuyor. Bu bulgular, işyerindeki kontrol ve özerkliğin sadece çalışanların mutluluğu için değil, aynı zamanda genel sağlıkları ve uzun ömürleri için de hayati öneme sahip olduğunu gösteriyor.

Diğer İnsanlardan Kopuş:

Modern toplumda topluluklara katılım ve aile birlikteliğindeki düşüşe dikkat çeken Robert Putnam’ın araştırmasına atıfta bulunarak, Hari, teknolojinin de etkisiyle topluluk ve sosyal etkileşimin azalmasının yalnızlık ve izolasyona yol açtığını ve depresyon riskini önemli ölçüde artırdığını belirtiyor. Özellikle, John Cacioppo’nun yalnızlığın fiziksel bir saldırı yaşamak kadar stresli olabileceğini ortaya koyan çarpıcı çalışması, bu kopukluğun ruhsal ve fiziksel sağlık üzerindeki önemli etkisini gözler önüne seriyor.

Anlamlı Değerlerden Kopuş:

Reklam ve tüketim kültürünün körüklediği maddiyatçılığın, bireyleri boşlukta ve tatminsiz hissettirdiğini ifade ediyor. Psikolog Tim Kasser’in yaptığı araştırmaların bulgularına dayanarak, maddiyatçı bireylerin, yani sahip oldukları eşyalara ve statüye öncelik verenlerin, daha yüksek düzeyde depresyon ve anksiyete yaşadığını belirtiyor. Kasser’in araştırması ayrıca, kişisel gelişim ve anlamlı ilişkiler gibi içsel hedeflerin peşinde koşmanın daha fazla mutluluk ve esenlik getirdiğini gösteriyor. Yazar, insanların sürekli olarak daha fazla tüketmeleri gerektiği yönünde mesaj bombardımanına maruz kaldıklarını ve bu durumun anlamlı değerlerden kopuşa neden olduğunu öne sürüyor.

Çocukluk Travmalarından Kopuş:

Çocukluk travmaları, yetişkinlikte depresyon ve anksiyeteye yol açabilen derin yaralar bırakabiliyor. Yazar, bu travmaların anlamanın ve onlarla yüzleşmenin iyileşme sürecindeki önemini vurguluyor. “Olumsuz Çocukluk Deneyimleri (ACE) Çalışması“, çocukluk travması ile yetişkinlikte depresyon ve anksiyete geliştirme olasılığı arasında güçlü bir korelasyon olduğunu ortaya koyuyor. Çalışma, bir kişinin yaşadığı olumsuz çocukluk deneyimleri arttıkça, ruh sağlığı sorunları yaşama riskinin de arttığını gösteriyor. Yazar, çocukluk travmalarının genellikle utanç nedeniyle gizli kaldığını ve bu travmaların bastırılmasının sağlık üzerinde olumsuz etkileri olduğunu belirtiyor.

Statü ve Saygıdan Kopuş:

Toplumsal eşitsizlik ve hiyerarşik toplumlardaki statü arayışı da bireylerde yetersizlik ve değersizlik duygularını körükleyerek depresyon ve anksiyeteye zemin hazırlıyor. Hari, Robert Sapolsky’nin babun hiyerarşileri üzerine yaptığı araştırmaya ve Richard Wilkinson ile Kate Pickett’ın gelir eşitsizliği üzerine yaptığı çalışmaya değinerek, statü arayışı ve eşitsizlik deneyiminin depresyon ve anksiyeteye yol açabileceğini öne sürüyor. Bir toplumdaki eşitsizlik düzeyi arttıkça, akıl hastalıklarının yaygınlığının da arttığını belirtiyor.

Doğal Dünyadan Kopuş:

Doğal dünyadan uzaklaşmak da, modern yaşamın kaçınılmaz bir sonucu olarak, zihinsel sağlığımızı olumsuz etkiliyor. Yazar, evrimsel biyolog Isabel Behncke’nin, esaret altındaki bonobolarda vahşi doğadakilere kıyasla daha fazla depresyon gözlemlediği yönündeki bulgularını paylaşıyor. Ayrıca, daha yeşil alanlara yerleşen insanların depresyonda azalma, yeşil alanlardan uzaklaşanların depresyonlarında ise artış yaşadığını gösteren araştırmalara da değinerek, doğanın iyileştirici gücüne ve doğal ortamlarda zaman geçirmenin önemine özellikle dikkat çekiyor.

Umutlu veya Güvenli Bir Gelecekten Kopuş:

Ekonomik güvencesizlik ve geleceğe dair belirsizlik de umutsuzluk ve çaresizlik duygularına yol açarak depresyonu tetikleyebiliyor. Hari, kabilesi bir rezervasyona (sınırlandırılmış bölgeye) kapatıldığında hayattaki amacını ve umudunu kaybeden Kızılderili şef Plenty Coups’un hikayesine değinerek, geleceğe dair belirsizliğin ve kontrol kaybının yıkıcı etkilerini tartışıyor. Yazar ayrıca, Michael Chandler’ın Kanada’daki İlk Milletler (Kızılderililer) halklarındaki intihar oranları üzerine yaptığı araştırmaya da atıfta bulunuyor. Bu araştırma, kendi gelecekleri üzerinde daha fazla kontrole sahip olan topluluklarda intihar oranlarının daha düşük olduğunu gösteriyor, yani geleceğe dair umut ve kontrolün ruh sağlığı üzerindeki önemini vurguluyor. Bu bulgular, bireylerin geleceklerini şekillendirme ve yaşamları üzerinde kontrol sahibi olma fırsatlarının, ruh sağlıklarını korumak için ne kadar önemli olduğunu gösteriyor.

Genlerin ve Beyin Değişikliklerinin Gerçek Rolü:

Hari, depresyon ve anksiyetede genlerin ve beyin değişikliklerinin rolünü kabul etmekle birlikte, bu faktörlerin genellikle çevresel ve psikolojik faktörler tarafından tetiklendiğini ve etkilendiğini vurguluyor. Depresyonla ilişkilendirilen 5-HTT geni üzerine yapılan araştırmalara atıfta bulunarak, bu genin sadece stresli yaşam olayları veya çocukluk travması yaşamış bireylerde depresyon riskini artırdığını belirtiyor. Bu da genlerin çevre ile etkileşim içinde olduğunu ve olumlu deneyimler ile yeniden bağ kurmanın genetik yatkınlıkları hafifletebileceğini gösteriyor. Yazar, depresyonun sadece beyindeki bir bozukluktan kaynaklandığı fikrinin yanlış olduğunu ve insanların gerçek nedenleri anlamalarının önüne geçtiğini belirtiyor.

Biyolojik, Psikolojik ve Sosyal Faktörlerin Etkileşimi:

Yazar, depresyon ve anksiyeteyi anlamak için biyo-psiko-sosyal bir model benimsiyor ve bu durumların biyolojik, psikolojik ve sosyal faktörlerin karmaşık bir etkileşiminden kaynaklandığını iddia ediyor. Ana akım psikiyatride biyolojik faktörlerin aşırı vurgulanmasını ve sosyal ile psikolojik nedenlerin ihmal edilmesini eleştiriyor. Kitapta ayrıca ilaç şirketlerinin kar amacı güderek araştırma sonuçlarını manipüle etme potansiyellerinden ve bunun depresyon tedavisine ilişkin yanlış bir algı yaratabileceğinden bahsediliyor. Özellikle, antidepresan ilaçların etkinliği hakkındaki araştırmaların çoğunun büyük ilaç şirketleri tarafından finanse edildiğini ve bu şirketlerin yalnızca ilaçlarını olumlu gösteren veya rakiplerinin ilaçlarını kötü gösteren sonuçları yayınlama eğiliminde oldukları belirtiliyor. Bu durum “yayın yanlılığı” (publication bias) olarak adlandırılıyor ve  bu durumun depresyon tedavisine ilişkin yanlış bir algı yaratabileceği vurgulanıyor. Yazar, depresyonun sadece beyindeki bir kimyasal dengesizlikten kaynaklandığına dair yaygın inancın, ilaç şirketlerinin çıkarları doğrultusunda şekillendirilmiş olabileceğini ima ediyor. Bu durumun, depresyonun gerçek nedenlerini anlama ve iyileştirme çabalarını olumsuz etkileyebileceğinine dikkat çekiyor.

Umut: Yeniden Bağlanabilmek

“Kaybolan Bağlar”, depresyon ve anksiyetenin nedenlerinin yanı sıra potansiyel çözümlere de odaklanarak umut verici bir yol çiziyor. Bu çözümler arasında, güçlü sosyal bağlar kurmak, bireyleri topluluk temelli etkinliklere ve destek gruplarına yönlendirmek, özerklik, amaç ve takdir sunan işyerleri yaratmak, maddiyatçı hedeflerden uzaklaşıp kişisel gelişim ve ilişkiler gibi içsel değerlere odaklanmak, farkındalık ve şefkat pratiği yapmak, geçmiş travmaları terapi ve destek yoluyla ele almak ve herkese temel gelir gibi politikalarla daha güvenli ve adil bir toplum yaratmak yer alıyor.

Eve Dönüş

Kitap, modern yaşamın yarattığı kopukluklar nedeniyle kendimizi evimizde bile yabancı hissettiğimiz bir dünyada, “eve dönüş” yolculuğuna davet ediyor. Yazar, bu yolculuğun bireysel çabaların ötesinde, toplumsal bir dayanışma ve dönüşüm gerektirdiğini vurguluyor. Depresyon ve anksiyetenin temel nedenlerini anlayarak ve aktif olarak anlamlı bağlar kurarak, bireylerin ve toplumların daha tatmin edici ve duygusal olarak sağlıklı bir gelecek yaratabileceğine dair güçlü bir mesaj veriyor. Bu yolculuğun bireysel çabaların ötesinde, toplumsal bir dayanışma ve dönüşüm gerektirdiğini vurguluyor. Kaybettiğimiz bağları yeniden kurarak, sadece kendi acılarımızı iyileştirmekle kalmayıp, aynı zamanda daha adil ve anlamlı bir dünya yaratma yolunda da önemli bir adım atmış olacağımızı hatırlatıyor.

Johann Hari’nin “Kaybolan Bağlar” adlı kitabı, depresyon ve anksiyete ile mücadele eden bireyler ve onlara destek olmak isteyen herkes için bir rehber niteliğindedir.

tr_TRTürkçe